Savrulan Sevinçlerin Peşinde Koşarak Çürüyen Hayatlar
Mutluluk… Herkesin aradığı, peşinden koştuğu ama bazen ne olduğunu bile tam tanımlayamadığı bir duygu. Bir his mi, bir durum mu, yoksa sadece anlık bir şey mı? Belki de ondan bu kadar etkileniyoruz çünkü kesin bir tanımı yok. Ama üzerinde sıkça durulan bir fikir var “Mutluluk bir seçimdir.” Peki gerçekten öyle mi? Bir sabah uyanıp, “Bugün mutlu olacağım,” diyerek gün boyu gülümseyebilir miyiz? Yoksa mutluluk, çevremizdekilerin, koşulların, şansın bize bir lütfu mudur?
Birçok kişisel gelişim kitabı, popüler psikoloji
makalesi ya da sosyal medya gönderisi bunu iddia eder: “Mutlu olmak sizin
elinizde.” Bu düşünce insana güç verici gelir, sanki hayatımızın iplerini
elimize alıyormuşuz gibi. Zorluklar, kayıplar, hayal kırıklıkları olsa bile
yine de mutlu olabileceğimiz fikri insanı rahatlatır. Ama aynı zamanda bir
ağırlık da yükler… Eğer mutsuzsan, bunun suçlusu da sensin. İşte burada mesele
karmaşıklaşır. Gerçekten her şey bizim elimizde mi?
Mutluluk kimi zaman biyolojik bir durumdur… Bazı
insanlar daha neşeli, daha iyimser doğar. Bazı insanlar ise depresyona daha
açık bir yapıya sahiptir. Bu durumda “seçim” ne kadar geçerlidir? Eğer elimizde
olmayan faktörler mutluluğumuzu etkiliyorsa, seçim özgürlüğümüz gerçekten var
mı? İşte determinist bir bakış açısı burada devreye girer… - Geçen haftalarda
bu bakış açısı üzerine çok düşündüm, özellikle geçen günde mutluluğun bir seçim
olup olmadığı üzerine düşünmüştüm ve bu haftaki blogda ikisine de değinmek
istedim.- Belki de seçim sandığımız şey, aslında geçmiş deneyimlerimizin,
biyolojik yapımızın ve çevresel faktörlerin bir toplamıdır.
Diğer yandan, hayatın kontrol edemediğimiz
tarafları var. Bir yakınını kaybeden, maddi sıkıntılar içinde boğulan,
savaşın ortasında kalan biri için “mutlu olmayı seç” demek adaletsiz olmaz mı?
Koşulların ağırlığı bazen insanın ruhunu ezer. Bu noktada, mutluluğun bir lüks
değil, bir ayrıcalık olduğunu görmek gerekiyor. Herkes için eşit şartlarda
sunulan bir “seçim” değil belki de. Kimileri için bir çaba, kimileri için bir
tercih meselesi, kimileri içinse baştan engellenmiş bir ihtimal.
Ancak yine de, insanın tutumları önemlidir.
Stoacı filozoflar, dış dünyayı kontrol edemeyeceğimizi ama ona karşı
geliştirdiğimiz tutumları seçebileceğimizi söyler. Bu bakış açısı, mutluluğu
dış etkenlerden değil, iç dengeden besleyen bir şey olarak görür. Belki
başımıza gelen olayları değiştiremeyiz ama onlara verdiğimiz anlamı
değiştirebiliriz. “Camın yarısı dolu mu, boş mu?” sorusu burada anlam kazanır.
Yine de bu “bakış açısını seçmek” bile her zaman kolay değildir. Çünkü insan
ruhu mekanik değildir acının, üzüntünün, kırgınlığın ağırlığı bazen bakış
açılarımızı bile örter.
Mutluluğu bir hedef gibi görmek de ayrı bir tuzak
yaratır. Sürekli “daha mutlu olmak” için uğraşırken elimizdekileri
değersizleştiririz. Sosyal medyada gördüğümüz yapay mutluluklar, başkalarının
sahte gülümsemeleri bizi kendi hayatımızdan soğutabilir. Oysa belki mutluluk,
bir hedef değil, anların içindeki küçük ışıklardır. Bir dost sohbetinde, bir
şarkıda, bir fincan kahvede, sevdiğin birinin sesinde… Onları fark etmek için
bir seçim yapmak gerekir belki de: Yavaşlamak, dikkat etmek, şükran duymak.
Mutluluk belki büyük bir seçim değil ama küçük seçimlerin toplamı olabilir.
Filozofları ya da bu konudaki farklı fikirleri bir kenara bırakacak olursam bence mutlu olup olmayacağımızı seçemeyiz. Öyle dönemler oldu ki aslında benim için sorunsuz geçen anlarda kaynağı olmayan bir üzüntü hissettim, ama sebepsiz aşırı mutlu olduğum zamanlarda oldu. Bence dış etkenler daha etkili bu konuda, ne zaman hangi sebepten mutlu olacağımızı bilemeyiz, bu yüzden genelde ben akışa bırakıyorum. Eğer gerçekten çok çıkmazda hissediyorsam kendime duyguların ve ya hayattaki durumumun asla sabit olmadığını bu yüzden güzel günlerinde illaki geleceğini hatırlatıyorum ve ya mutlu olduğum günler bunların geçici olduğunu o yüzden çıkarabildiğim kadar tadını çıkarmam gerektiğini düşünüyorum. bence her zaman mutlu olmak zorunda değiliz içimizde bir huzur hissetmeden de günümüz güzel geçebilir, gelip geçici duyguların peşinde koşmaktan anı yaşayamamak bence bir çeşit israftır...
Comments
Post a Comment