Tanrı'nın Tanımadığı Elçiler: Sanatta İnancın ve Dinin Temsilcileri

            İnsanlık tarihi boyunca insanlar gökyüzüne bakmış, orada bir güç, bir anlam, bir varlık aramıştır. Bu varlığın adı bazıları için Tanrı, bazıları için Allah, bazıları için ise Evren’in kendisi olmuştur. Din, işte bu arayışın cevabıdır. Sanat ise bu cevabın ifadesidir. Resim sanatı, görünmeyeni görünür kılmak isteyen insanların fırçası olmuştur. Bu yüzden din ile sanatın buluşması bana hep büyülü gelmiştir.

            Resimlerde beni en çok etkileyen şey, Tanrı’nın ya da meleklerin bazen çok açık, bazen çok gizli bir şekilde karşımıza çıkmasıdır. Öyle ki bir resme uzun süre baktığınızda, onun sadece bir sahneyi değil, bir duayı anlattığını fark edersiniz. Sanatçılar Tanrı’yı doğrudan çizemeyeceklerini bildikleri için bazen onun varlığını ışıkla, bazen ellerin duruşuyla, bazen de sadece boş bir alanla hissettirmişlerdir.

            Örneğin Michelangelo’nun meşhur Adem’in Yaratılışı tablosunda, Tanrı yaşlı bir adam olarak çizilmiş, etrafı meleklerle çevrilmiş ve parmağıyla Adem’in parmağına uzanmıştır. O iki parmak birbirine dokunmaz, arada ince bir boşluk kalır. O boşluk, insanla Tanrı arasındaki mesafeyi anlatır belki de. İşte bu tür küçük ama derin detaylar beni çok etkiler.

            Hristiyan resimlerinde melekler sık sık karşımıza çıkar. Genellikle kanatlı, beyaz giysili, yüzleri saf ve huzur doludur. Fakat bu sadece görünüşleridir. Asıl anlatılan şey; gökyüzünden gelen bir haberci, Tanrı’nın sesi ve koruyucusudur. Bazen bir meleğin başının üzerindeki altın halka, onun kutsallığını gösterir. Yani o resimde sadece bir insan değil, Tanrı’nın bir izini izleriz.

            Ama tüm dini resimler böyle açık değildir. Bazı sanatçılar inançlarını gizlemeyi tercih etmiştir. Örneğin benimde çok sevdiğim ve daha küçük yaşlarda resim derslerinde öğrencilere inceletilen Jan van Eyck’in Arnolfini Portresi adlı tablosu ilk bakışta sadece bir evli çifti gösterir. Ama dikkatli bakıldığında, arkadaki aynanın çerçevesinde Hz. İsa’nın hayatından sahneler, duvarda ise “Tanrı buradaydı” anlamına gelen Latince bir yazı vardır. Yani Tanrı oradadır, ama sessizce, görünmeden izler. Bu bana, Tanrı’nın hayatın her anında ama bazen fark edilemeyecek kadar gizli olduğunu hatırlatır.

            İslam sanatında ise durum farklıdır. Çünkü İslam’da Tanrı’nın ya da peygamberlerin yüzlerini çizmek hoş karşılanmaz. Ama bu, sanatçıların yaratıcı olmasına engel olmamıştır. Onlar Tanrı’yı göstermek yerine hissettirmiştir. Örneğin minyatürlerde peygamberin yüzü bir ışık huzmesiyle kapatılır, çevresinde nurdan hale vardır. Tanrı’yı değil, onun yansıttığı ışığı görürüz. Caminin duvarındaki geometrik desenler ya da hat sanatı ile yazılmış Kur’an ayetleri de aynı şekilde Tanrı’ya bir göndermedir. Yani Tanrı’nın şekli yoktur ama varlığı her yerdedir.

            Resimlerdeki bu dini göndermeler, bana sanatın sadece estetik olmadığını, aynı zamanda manevi bir dil olduğunu gösteriyor. Bir tabloya bakarken sadece gözümle değil, kalbimle de bakmam gerektiğini anlıyorum.

Comments

Popular posts from this blog

LİSE ÖĞRENCİLERİNİN TERCİH VE GÖRÜŞLERİ ARAŞTIRILDI

Ankara Ziyareti

Soğukta Donmuş Eller Hayata Tutunmakta Zorluk Çeker